21 Şubat 2010 Pazar

Roma Günleri 2



İkinci Gün (05 Şubat 2010)

Kaldığımız evin pencerelerinde perde olmadığı için sıkı sıkı kapalı panjurlardan içeri giremeyen gün ışığı maalesef sabahın kör karanlığında kalkmamıza engel oluyor. Normal iş gününde insanı kahreden erken kalkış bu tip gezilerde nedense kalkamayınca kahıra dönüşüyor. Zaman kısıtlı ve en iyi şekilde kullanmak lazım. Bunun için gece gündüz demeden gezmeli ve gezemediğin zaman da oturduğun yerden olabildiğince çok gözlem yapmalısın. Sonuçta yabancı bir yerdesin ve bu farklılığı görmeye gelmişsin. E o zaman gör!

İlk günün yorgunluğu evde kendini hissettiriyor. Herkes yatakta. Saat 9’u geçiyor. Benim için çok geç olmuş. Hemen üstümü giyip atıyorum kendimi sokağa. Dün akşamdan gözüme kestiğim fırından sıcak ekmek alacağım. Gerçi dünden alınan ekmekler var ama olsun, arada bir tane de sıcak ekmek olsun.

Bir parantez açayım. İlk günün notlarında es geçmişim. Rinaşimento caddesindeki evimizin hemen karşısında ama biraz çaprazında İtalyan Senato binası mevcut. Kapıdan çıkınca evin karşısında nöbetçi polisler, aralarda makam araçları, etrafta dolaşan Janti bürokratlar filan. Ekmek almaya veya markete giderken bu sahneden geçip gidiyorsunuz ki pek alıştığımız bir durum değil diyip parantezi kapatayım.

Önce sabah keşfi yapmalı. Bu sefer ters tarafa, evden çıkınca sola doğru çıkıyorum. Haritaya göre az ilerde Tiber olmalı, derken oluveriyor. Tiber’in kenarındayım. Ne kadar yakınmış. Hafiften yağmur var. Önümde bir köprü. Umberto köprüsü imiş. Karşıya geçiyorum. Hemen köprünün önünde koskoca bir saray gibi birşey. Palazzo di Giustizia imiş bu da. Yani Adalet Sarayı. Yanında da bir Kale, Castel Sant’ Angelo. Ve hemen ötede o resimlerde çok gördüğümüz kubbe, ne kadar da Vatikan’a benziyor. Bu kısa keşif oldukça verimli geçti. Artık dönme vakti.


Sabah Tiber'den Vatikanın görünüşü ve ara sokaklar bile böyle

Akşamdan attığım çakıl taşlarını takip ederek fırını (Forno) buluyorum. ‘Hot, hot’ diye diye alıyorum sıcak ekmeği kolumun altına Navona’dan dolanıp (daha kaç kere geçebileceğiz ki bu meydandan, imkan varken geçelimJ) varıyorum yine eve.

Kahvaltımızı bir önceki güne ek olarak Sinem’in yaptığı mantarlı yumurta ile şenlendiriyoruz. Çayımızı yudumlarken 2. Gün harekat planını da hafiften yapıyoruz. Bugünkü yönümüz Colosseum.

Haritadan rotamızı çıkartıyoruz. Daha önce de dediğim gibi yerimiz son derece merkezi ve şehir çok büyük değil. Haritada görünce çok uzak zannettiğiniz bir yer kafanızı kaldırınca az ilerde size sırıtıyor olabiliyor. Ya da köşeyi bir dönüyorsunuz mekan bir anda burnunuzun dibinde bitiveriyor. Bu yüzden yürüyerek gitmeyi tercih ediyoruz.

Adet olduğu üzere ilk ziyaret PantheonJ Şaka şaka. Evet ziyaret buraya ama adet olduğu üzre değil, çocuklar görmedi daha ve de gündüz gözüyle gerçek bir ziyarette bulunmadık henüz. O yüzden. Sonra da Via Del Corso üzerinden Venezia Meydanı. Bu arada uğranacak bir iki yer daha var güzergah üzerinde.

Pantheon’un devasa kapıları açılmış. Bir sabah erken gelip bu kapılar açılırken de görmek var ama kısmet değilmiş. Çoluk çocuk doluyoruz içeri. Şimdi biraz bu mekandan söz edelim. Daha önce gece karşımıza çıkıp büyüleyen bu bina 2000 yıllık. Binanın üzerinde M AGRIPPA L F COS TERTIUM FECIT yazıyor. Ne demek diyenlere rehber niteliğinde bilgi, ‘Burayı üçüncü kez konsül seçilen Marcus Agrippa yaptırmıştır’. İlk olarak M.Ö. 27-25’de yapılmış sonra 118-125 tarihleri arasında tekrar yapılmış. Pagan dönemden Hristiyanlığa kadar hep ibadethane özelliğini koruduğundan ötürü kimseyi kırmamak için herhalde ‘bütün tanrıların tapınağı’ olarak adlandırılmış. Devasa kubbesinin tepe noktasında koskoca bir delik bulunuyor ve bu delikten içeri sızan gün ışığı ile aydınlatılıyor. Bu sebepten de ‘Tanrınan Gözü’ diye adlandırılıyor. İnsan bu isim ile adlandırılan bir yerde deliğin altına geçince kendini mikroskoptaki bir tek hücreli gibi hissetmiyor değil. Göz o deliğe yaslanırsa diye bir ürperti de geliyor ya neyse artıkJ Güneşli havalarda eminim daha güzel görüntüler vardır içerde. Bize kısmet ise yağmurun delikten içeri süzülüşünü izlemekti. İçerdeki yuvarlak binanın her duvarı çeşitli kişilerin mezarlarına ayrılmış. Bunların en ünlüsü de herhalde sanatçı Raffaello.


Pantheon ve Piazza Della Rotonda

Tanrının Gözü üstünüzde

Piazza Della Rotonda hatırası

Çıkışta bu bölgede kalan 2 hedefimiz var. Bir tanesi La Tazza d’Oro isimli kahveciyi bulmak, diğeri de Sant’Ignazio di Loyola isimli kiliseyi ziyaret etmek.

İlkine kolayca ulaşıyoruz. Hemen Pantheondan çıkınca sağda, dar bir sokakta karşımızda duruyor. İçine girip öğleden sonra kahvemizi içmek üzere sıraya alıyoruz burayı. Diğerine gitmek için ise haritamızı pusula gibi kullanarak yönümüzü tayin ediyoruz. Girdiğimiz sokaklardan birinde yemek yenecek bir yer de tayin ediyoruz. Klasik bir menüyü ucuz fiyata veriyor bize. Akşam için düşünülebilir.

Hedefimize varmaya çalışırken dönülen bir köşe ile yine şaşkınlığa uğruyoruz. Devasa ve eski sütunlar ile oluşmuş bir duvar acaba sorusunu sorduruyor bize. Döndük dolaştık yine Pantheon’un yanına, arkasına filan mı çıktık acaba? Ama haritadan anladığımıza göre burası Hadrianus Tapınağı imiş. Tabii eskiden, şimdi Borsa olarak kullanılıyormuş. Sonra 1-2 köşe ve şaşkınlık daha derken Sant’Ignazio di Loyola karşımızda. Buraya gelme nedenimiz çok güzel tavan resmine ev sahipliği yapmış olması. Bakalım hakkaten öyle mi.


Hadrianus Tapınağı

Hakkaten öyleymiş. O ne tavan be kardeşim. (Burası böyle ise Vatikan nasıldır) Resimde tavan sanki gökyüzüne açılıyormuş gibi tasarlanmış ve o açıklıktan İsa babasına gidiyormuş gibi. Ve de tavanın 4 köşesine de 4 ayrı kıtanın isminin ve temsilcilerinin resimleri çizilmiş. Perspektif, boyut filan felaket bir şey. Görülmeye değer.

Tavanın resmi. İçerde flaş yasak olduğu için resim vikipedya'dan

Buradan çıkınca Via Del Corso’ya kolayca ulaşıyoruz. Buradan aşağı saldık mı kendimizi Venezia yani Venedik Meydanı’ndayız. Meydan çok etkileyici, resimlerimizi çektirip hatıralarımız arasına katıyoruz meydanı ve istikametimizi veriyoruz asıl hedefimize.


Venezia Meydanı Hatırası

Venezia’dan Colosseum’a giden yolun sağı ve solu Forum bölgesi. Burası en eski Roma’nın kalbi. Ama maalesef burayı gezemiyoruz. Çünkü hava bozmak üzere ve ufaktan çiselemeye başladı. Bu bölgeyi gezmek demek birazdan sırılsıklam olmak demek. Zaten gezi planımızı hava durumuna göre yapmıştık. İlk gün hava güzel ve biz dışardayız. İki ve üçüncü günler hava bozuk, biz kapalı yerlerdeyiz. Dördüncü gün hava yine güzel, biz yine dışardayız. Hava açık, biz açık, hava kapalı biz de kapalıJ

Passlerimizi de bu plan çercevesinde kullanmaya karar vermiştik zati. İlk kullanım yeri Colosseum. Giriş 14 Euro. Pass ile geçiş serbest. Bu passcard sahiplerine özel bir turnike var. Kalabalık günlerde oldukça işe yarıyormuş.

Colosseum

Neyse, Forum bölgesine şöyle yol üstünden bakınıp ıslanmadan kendimizi üstten yarısı yenmiş Colosseum’a atıyoruz. Binanın önünde turistlere resim çektirmek için eski Romalı kostümü giymiş italyanlar var. Gözler ister istemez Asteriks’i arıyorJ


Giriş’de bulunan gişeden kendimize 5 euroya bir tane ingilizce ortamı anlatan dinlemelik sesli rehber cihazlarından alıyoruz. Kitap da bir yere kadar, yerel bir destek almadan olmaz. Ve en sonunda 50.000 kişilik tarihin en eski statlarından birindeyim. Benim gibi stat gezgini birisi için oldukca heyecanlandırıcı bir deneyim. Sonuçta burası da zamanının Şükrü Saraçoğlusu benim için. Tribünler çok dik. Görüntü Gladyatör filmi ile pek benzeşlik taşımıyor. Oturacak yerlerin hemen hepsi toprak altında ve bugüne taşınamamış. E ne de olsa 2000 yıllık bir binadan bahsediyoruz. Buraya ait ilgimi çeken bir şey yazıyor rehber kitapta. 19. Yüzyılda kalıntılar tamamen bitki ile kaplanmış. Roma’nın yumuşak havası vasıtası ile herhalde binanın yüksek, alçak çeşitli yerlerinde botanikcilerin yaptığı çalışmalar ile 2 ciltlik bir kitap yayınlanmış. Ve bir ciltte 420 çeşit bitki türü varmış. İlginç.


Bir diğer dikkatimi çeken şey ise Rönesans döneminde binanın dış duvarlarından alınan taşların Roma’nın köprü ve sarayları ile San Pietro yani Vatikan inşaatlarında kullanılmış olması.


İkinci kata da çıkıp alttan, üstten tavaf ediyoruz ama hava soğuyor ve de yağmur başlıyor. Zemin kata ziyaretçi almadıkları için üstten bakmak ile yetiniyoruz. Gözlerimizi kısıp sanki içerde bir gladyatör savaşı varmış gibi hayal ederek ziyaretimizi sonlandıralım diyoruz. Hem ısınmak hem de bakınmak için içerde bulunan kitapçıda biraz vakit geçirerek atıyoruz kendimizi dışarıya.


Bi tane de kendimizi koyalım:)

Dönüşte ortak kanı otobüse binmek. Ve Fiori’ye gidip pazarı ziyaret etmek. Pazar öğleden sonraları kapanıyor okuduğumuza göre. Belki ucu ucuna yakalıyacağız ama gitmişken meydana da gündüz gözüyle bir bakalım. Tabelalardan söktüğümüz kadarıyla ve de sorarak gideceğimiz yerden geçen otobüsün numarasını kestiriyoruz. Çok beklemeden otobüsümüz geliyor ve yine evimizin oradaki durakta inerek Fiori meydanına çıkan ara sokaklardan geçiyoruz. Gerçekten de burada pazar kuruluyormuş. Ama gittiğimiz saatte pazar kapanmak üzere ve etraf bizim semt pazarlarını aratmayacak kadar pazar sonu gibi gözüküyor. Parmak uçlarımıza basarak meydanı geçiyoruz. Temizlik işçileri etrafı temizliyor.

Burada da bir parantez açayım. İtalyan erkekleri için efsaneleşmiş o yakışıklılık yakıştırmalarını en azından Roma’da temizlik işçileri dışında göremediğimi söylemeliyim. Adamların hepsi sanki seçme. Maaşallah, boy, pos, endam, karizma süper. Ve de bu işi yapan kadınlar. Onlar da aynı şekilde. Gucci’nin katalog çekimleri için böyle bir konsept yarattığını zannedebilirsiniz. Sokaklar erkek, kadın temizlik işçisi görünümlü manken dolu gibi.

Bu meydanda en azından bir saat yapacak bir şey yok. Alınan karar gereği karınları doyurup eve yöneleceğiz. Dinlenme vakti. Yolun karşısında artık görmeye alıştığımız pizza dükkanı. Dolduruveriyoruz içeriyi. Büfe tarzı bir yer. Camekandan pizza çeşitlerini sorarak seçiveriyoruz. Ve yine herkes birbirinin adığı pizzalardan tadarken değişik karışımlar yapabiliyoruz.

Pizzacı hatırası


Navona Hatırası

Karnımızı doyurduk. Navona meydanını gündüz gözü bir ziyaret ve etraftaki değişik dükkanları kurcalamadan sonra rotamızı eve çevireceğiz ama bir kahve içmenin de zamanı geldi. Sabahtan belirlediğimiz mekana yollanalım diyoruz. Kısa ama yorgunluğun üstüne insanı biraz yıpratan yürüyüşten sonra kahveci mekanındayız. La Tazza d’Oro (http://www.tazzadorocoffeeshop.com/). Burası Roma’nın görece eski dükkanlarından birisi. Çeşitli kahveler mevcut. Masa filan yok. Alıyorsun kahveni kenardaki iskemle, ya da koltuklara oturup içip gidiyorsun. Kahve tutkunları için güzel bir yer. Benim kahve ile aram pek olmadığı için idareten içiyorum. Tezgahtaki adam bize ‘selam’ diyince bir şaşkınlık geliyor ama adamın bildiği 2 kelimeden birisi imiş, öbürü de ‘güle güle’. Bir de Granita diye birşey içiyorlardı. Üstü kremalı filan bişi. Merak ile biz de alıyoruz. Dibinde donmuş, dondurmamsı kahve ile üstte krema. İlginç olmuş vallaha. Denenebilinir.


Kahve molası

Buradaki moladan sonra eve dönüş. Ama bana uymaz, 2 tur daha atayım da öyle geleyim diye ayrılıyorum. Trastevere’ye kadar gidip döneceğim. Değişik birşey yok. Gördüğüm yerlere iyice bakınıyorum.

Eve gelince akşam yemeği telaşı. Plan şu: Öğlenden gördüğümüz yerde yiyeceğiz. Ama Neslihan ve Sinem salata tarzı şeyler yemek için evde kalıyorlar, Özlem ile çocukları alarak oraya gidiyoruz. Yemek klasik ya makarnalı ya da pizzalı bir menü seçiyorsunuz. Özlem değişiklik yapıp menüden sebze çorbasını seçiyor ama ne yersen ye mutlaka sor yaban ellerdeJ Sebze anlayışları da farklı olabiliyor. Sonuçta gelen fasulye, mercimek, nohut gibi kuru sebzelerden oluşmuş bir çorba. Bizimkiler normal. Pizza güzel. Karnımız doymuş durumda. Bir de buradaki garson da türkçe birşeyler söyleyince oha diyoruz. Meğer adam arnavutmuş. Sinem ile Nesli gelince çıkıyoruz. Özlem çocukları alıp eve, biz geceyeJ Sözde bir gece ben bakacaktım çocuklara ama bana fırsat kalmıyorkiJ

Issız bir geceyarısında, kırık bir lambanın altında...

Devir teslimi yaptıktan sonra kısa bir tur atıyoruz. Gecenin karanlığında ıssız ve dar Roma sokaklarında korkusuzca dolaşarak önce Piazza Colonna’ya varıyoruz sonra ters istikamete bildik meydan Fiori’ye. Burada bir mekana oturup biraz demlenip, laflayıp geceyi noktalıyoruz. Yarın istikamet Vatikan. Günü iyi kullanmak gerek.

Vatikan'a gitmeden önce konu ile ilgili rastladığım bir stencil :)

Günün videoları

Pantheon ve Colosseum

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder