21 Mart 2010 Pazar

Futbol Hacıları 3: Ayağım Lazio'ya uğurlu gelmedi.



7 Şubat 2010 Pazar
Lazio: 0 Catania: 1

Kısa sürede örgütlenen bir Roma gezisiydi. Ucuz biletin (25 Euro) denk düştüğü tarih aralığı 3-8 Şubat ve o tarihlere denk düşen maç da Lazio-Catania maçıydı. Roma malum 2 takımlı bir şehir ve biri içerde diğeri dışarda ama her haftasonu mutlaka maç mevcut. Aynı stadı paylaştıkları için uygulama bu şekilde. Keza Milano’nun İnter ve Milan’ı gibi. Diğer yandan 2 takımlı şehirlerde genelde biri içerde oynarken diğeri dışarda oynuyor ve gittiğiniz vakit büyük ihtimalle bir maça denk gelebiliyorsunuz.

Gittiğimiz şehir Roma ama şehrin iki takımından ikisi de benim için çekici değil. Biri Roma, malum renklerinden diğeri de Lazio, tarihinden kaynaklı bir iticilik var ama diğer yandan tribün kültürü acısından her ikisi de belli bir ilgiyi hak ediyorlar. İlk yurtdışı maç deneyimimi Barcelona ile Nou Camp’da yaşadıktan sonra Roma Olimpiyat Stadı’na gerçek bir maç deneyimi gözüyle bakıyorum.

2009’un Nisanında Barcelona’ya giderken o tarihlerdeki maçı araştırmış ve internet üzerinden kolayca bilet alabilmiştik. Bu sefer internetten bilet alma imkanı o kadar rahat değil. Kulüp üzerinden bir online satış bulamamak bir yana maçın biletleri pek çok siteden yasal olarak karaborsa satılıyor. Daha doğrusu belli bir komisyon ödemesi yaparak alabiliyorsunuz ama ne gerek var. Allahın laziosu, sanki dolu tribüne oynuyor. Giderim bir şekilde bulurum bileti diyorum.

Gitmeden önce çeşitli forumlardan ve dergilerden Roma’da maça gitmek üzerine çeşitli yazılar okuyorum. Bir kısmı tehlikeden filan bahsediyor ama tribün deneyimi olan herkes için tribün tribündür diye düşünüyorum. Her ne kadar içimde birtakım soru işaretleri taşısam da.

Okuduklarımdan maç biletinin Lazio’nun Fanshop’un da satıldığı sonucunu çıkartarak Roma’ya gittiğimde bu Fanshop’u bulmak üzere ilk planı yapıyorum.

Gitmeden önceki hafta işlerin alabildiğine yoğun olması üzerine pek araştırma fırsatı yakalayamamanın cezasını Perşembe günü gece bir barın kapısındaki yazı ile çekiyorum. Yazıya göre o gece Roma’nın maçı mevcut. Bir gidişte hem Roma hem de Lazio’yu izleme daha doğrusu Curva Sud ve Curva Nord’u ziyaret etme şansını kaçırıyorum. Kısmet değilmiş.

Gideceğim maç 7 şubat Pazar günü. Bileti Cuma ya da Cumartesi almayı planlıyorum. Cuma ancak Cumartesi gününün planını yaparak geçiriyorum. Lazio’nun official dergisini alarak koca şehir merkezinde tek olan Lazio Fanshop’un adresini buluyorum ve Cumartesi sabahtan kapısında dikiliyorum. Ufak bir dükkan bu Fanshop. Ve de maalesef bilet satılmıyor. Görevli kadın tarzanca anlatıyor bunu ve yine aynı dilde biletin nerede satıldığını ifade ediyor bana. Ben de aynı dilin farklı bir şivesiyle ona bunu haritada belirtmesini rica ediyorum filan derken merkezin biraz dışındaki Stadio Olimpico’nun çok yakınındaki bir yeri işaretleyip bir kağıda adresi yazıveriyor.

Yeni hedefim stadın yakınındaki mağaza. Zamanım kısıtlı keza diğerleriyle randevulaşmışız ve yabancı bir şehirde kimse kaybolmayı istemez.

Stadın oraya 2 numaralı otobüsün gittiğini biliyorum ama gelen 2B numaralı bir tramvay. Ön rakkamlar aynı olduğuna göre gittikleri yerler de yakındır felsefesinden hareketle atıyorum kendimi tramvaya ve elimdeki turistik haritadan GPS’liyerek yönümü ve doğrultumu kaybetmeden işaretli yerin yakınına ve de dolayısıyla mağazaya kadar varıyorum. Burası diğerine göre daha büyük ve düzgün bir mağaza ama yine de çok büyük değil. Hatta şöyle söyleyim, AS Roma’nın dergisinden şehirde 15-16 tane mağazası olduğunu kah okuyarak kah görerek anlıyorsunuz. Lazio’nun ise okuduğumla 1 tarif edilen bunun ile 2 tane mağazası var. Bu şehirde Lazio’lu olmak çok zor be. (Barcelona’ya gittiğimde de Espanyol’lu olmanın ne kadar zor olduğunu düşünmüştüm. Ve ilginçtir bu yönleri ile bir sempati olmadı değil.)

Bilet almak istediğimi söyleyince tezgahtar önünüze stadın krokisini koyuyor ve başlıyor fiyatları saymaya. Saymadığı tek tribün CurvaNord. Adama orayı soruyorum, yok diyor. Yahu diyorum orada olmayacaksam niye gideyim diyorum. Ora olmaz diyor ve maraton tarafını gösteriyor. Ben ısrar edince de orta bölümün kombineli olduğunu söylüyor. Tamam ora kombineli ama ya onun yanı? Eleman tamam diyor ama yine son bir gayret Curvasud’u gösteriyor. Neyse 15 euroya alıyorum CurvaNord’dan bileti. Pasaportumu alarak bilgisayara işliyor.

Maç Pazar oranın saatiyle 15.30’da. Gözünü sevdiğim gündüz maçları. Yaban elde gündüz gözüyle yolumuzu yönümüzü bulacağız. Amacım maçtan en az 1 saat önce stadın orada olmak ama beceremiyorum. Hava çok güzel ve evdeki hesap çarşıya uymuyor. Yine bldiğim tramvay olan 2B ile stada doğru yollanıyorum. Yollar aşırı kalabalık değil. Maça rağbet pek yok. Zaten Lazio’nun durumu da içler acısı. Son durakta inince kalabalığın içine katıyorum kendimi. Hemen durağın orada bir park var ve bir miktar kalabalık var. Ama maç ile alakalı değil. Daha çok buradaki göçmenlerin Pazar buluşması gibi. Çoluk çocuk, kadın erkek herkes parkta konuşuyorlar, oturuyorlar, kimi çay kimi bira içiyor. Ben geriliyorum. Malum, maç Lazio’nun ve bunların ne yapacağı belli olmaz. Ama diğer yandan da rahatlatıyorum kendimi. Göçmenlerin de buradaki ilk Pazar buluşmaları değildir herhalde.


Stada gidiş yolu


Stad klasiği: Atkı tezgahları

Neyse, uzakta Stadio Olimpico gözüküyor. Dışarda birkaç tane atkıcı var. Neresi Sud neresi Nord bilmiyorum. İlk kapı Sud. Elimde biletle gidiyorum. O kapıdan girip giremiyeceğimi soruyorum. Kapı dediysem de stadın çevresine giriş kapısı. Görevli girebileceğimi söylüyor ve tabelalara bakarak diğer taraftaki tribüne doğru yönleniyorum.


Stadio Olimpico

Stadın etrafı oldukça güzel. Yerler mozaik gibi. Etraf heykel dolu. CurvaNord’un kapısına gelince kuyruk başlıyor. Elimde bilet etrafı kesiyorum. Sonuçta buranın acemisiyiz. Kapıya yaklaşınca herkesin kendi biletini kapıya okuttuğunu görüyorum. Daha doğrusu kombinelerini. Bilet okutan pek yok. Yani taklid edeceğim kimse bulamıyorum. Barkodu üste getirip sokuyorum herkesin soktuğu yere ve yeşil yanıyor. Geçiyorum. Kısa bir polis aramasından sonra içerdeyim.

İçeri girerken özellikle gençlerin ‘göbeğe dolama’ şeklinde atkı takışlarını görünce beni bir gülme tutuyor. İçerde de pekçok genci o şekilde görünce acaba diyorum ‘Ver Leftere’ fanzinde yazdığımız yazı buralara kadar ulaştı mı diye düşünmeden edemiyorum.


Göbeğe dolama atkı takış biçimi (En sondaki çocuğun sağ üstündeki sticker'a dikkat!)

Ve Stadio Olimpico, Namı diğer Roma Olimpiyat Stadı. Bizim Olimpiyat stadı ile kıyas götürmeyecek kadar daha stad. CurvaNord neredeyse full. Maraton tribün hemen hemen dolu. Karşı, bizdeki Fenerium tribüne denk düşen tribün seyrek, CurvaSud ise sağtarafında 200-300 kişi gelmiş Catanialılara karşı sol tarafta bir miktar münferit ile birlikte neredeyse bomboş. Bana bilet satanın beni göndermek istediği tribüne bak hele. Bilmiyor muyuz biz neyin ne olduğunu.




CurvaNord


Bayrak serbest

CurvaNord’un ortası yani kombineli yerler ful. Ve o bölgenin hakimi irriducibili. Bu irriducibili bizdeki GFB gibi. Stadın her yanında bunların çeşitli ürünlerini giyen tonla insan var. Herkes irriducibili.

CurvaNord'dan enstantane videosu


Herkes Irriducibili

Maç başlarken açılan sopalılar gayet güzel ve de sallanan bayraklar. Zaten maça gidiş esnasında stada yaklaşırken 80’lerin maça gidiş sahnelerine benzer görüntüler mevcuttu. Ellerinde dürülmüş bayraklarla maça giden insanlar. İçerde de çeşitli çap ve ebatta ve de değişik bayrak sallanıyor. Özgürce tabii. Hoş görüntüler. Ambians oldukca güzel. Stad dolu olsa demek nası bir hava olacak burada.

CurvaNord videosu



Bayrak ve pankart olmadan tribün olmuyor. Yetkililer duyun bu sesi...

Maç oldukca sıkıcı. Zaten takip ettiğim bir takım değil ikisi de. Kimseyi tanımıyorum. Olmayan pozisyonları izleyeceğime tribünü seyrediyorum. Ortanın ortası sürekli bağırıyor. Sette 2 eleman var. Onlar organize ediyorlar ortamı. Uzak köşe de de bir grup var arada onlar da giriyorlar. Dönem dönem tüm stada yayılan ve anladığım kadarıyla sevilen tezahüratlar dışında genelde sadece CurvaNord’un ortası bağırdı.


Gabriel'in resmi CurvaNord'un ortasında

Catania'lıların deplase tribünü

İkinci yarı başlarken önce Catania’lılardan hemen arkasından da CurvaNord’dan atılan ses bombalarıyla herkes bağırmaya başladı. Bir nevi saldırı ve karşı saldırı gibiydi ama bombalar da bombaydı vallaha, öyle torpil filan değildi.


Ses bombasının atıldığı an

62. Dakikada Maxi Lopez’in golü ile öne geçti Catania ve maç da bu skorla bitti. Golü yedikten sonra başlayan protestolar 75. Dakikada pankartları sökmeye vardı. 76. Dakikada stadda pankart kalmamıştı. Maç sonunda da yerdeki kağıtları yakmaya başladılar. Sanırım yönetime ve teknik direktöre oldukça fazla küfür de ettiler. Bu sonuçla Lazio o hafta sondan ikinci oldu.


Ayıp olmasın diye maçtan bir görüntü

Önüne gelen Roma'yı yakıyor

Staddan çıkarken CurvaNord’dan çıkan 10-15 kişilik bir grup koşarak Catania’lıların tarafa doğru gitti ama sonucu nedir bilmiyorum. Bir de 8-10 kişilik bir grubu durakların oradaki parka giderken ‘Duce, Duce’ diye bağırırken gördüm ki ‘oh be’ dedim içimden yoksa azınlık psikolojisine kurban gidebilirdim J

Roma Notları

Yazılarda değinmediğim ama bence önemli olan kimi noktaları es geçmemek gerek.

- Öncelikle çizgi roman tutkunlarına. İtalyan çizgi roman tutkunları için italyanca bilmemek işkence gibi. Bütün gazete bayiilerinde bir çizgi roman bölümü mevcut (hele Termini tren istasyonundakini görmelisiniz) ve çoğu bizde de olan ama bir kısmı olmayan ve insanda derin merak uyandıran ve de Julia gibi artık yayınlanmayan çizgi romanları görünce insan delirmiş gibi oluyor. Tex’in süper star muamelesi görmesi ise ayrıyetten sevindirici




- Müzelerdeki çoğu görevli ya yabancı dil bilmiyor ya da Berlusconi’nin köylüsü filan. Bu kadar mı kaba ve anlayışsız olur görevliler pes doğrusu. Sanki müzelere girince her şeye zarar verecekmişsiniz duygusu uyandırıyorlar insanda ve de bir o kadar da antipatikler.

- Trafiğin hep keşmekeş olduğu söylenir Roma’da ama ya bizim bulunduğumuz bölge bunun dışında ya da İstanbuldan sonra trafik hiçbir yerde sorun olarak gözükmüyor.

- Bir de trafik demişken, yayaya korkunç bir saygı var. Ya kanunlar ve cezalar ile (kesinlikle öyle olduğunu düşünüyorum) ya da insana saygı gereği. Kırmızı ışıkta bile karşıdan karşıya geçmeye kalksanız araçlar duruyor ve geçmenizi bekliyor. Siz geçmeden geçen olmuyor. Şaşırtıcı. Gerçi Avrupa’da hep böyle ama İtalya için hep farklı söyleniyordu.

- Bütün rehber kitaplarda hırsızlık üzerine çok şey var. İstanbul tecrübesi ile bunlarla karşılaşmak çok düşük olasılık.

- Yemeklerden önce mutlaka Bruschetta isteyin. Kızarmış sarımsaklı ekmek üzeri zeytinyağ ve domates. Ama mükemmel.


14 Mart 2010 Pazar

Roma Günleri 4




Dördüncü Gün (07 Şubat 2010)

Bugün Roma’daki son tam günümüz. Ve bugünün benim için 2 hedefi var. İlki Porta Portese’de kurulan pazarı ziyaret etmek ve diğeri de maça gitmek. Sonuçta bugün Pazar ve genel alışkanlıklardan kopmamak gerek J

Porta Portese bizim eski Salı Pazarı benzeri büyük bir Pazar. Pazar günleri kuruluyor ve sabah 6.30 ila 14.00 arası açık. Yani erken gitmek gerek. Bu sebeple erkenden kalkıp kahvaltımızı halledip yola dökülüyoruz. Özlem, Deniz, Nesli ile beraber saat 9.00 gibi sokaktayız. Sinem ile Utku sonra katılacaklar bize. Hava dehşet güzel. Güneş o kadar güzel ki insanın içini ışıtmak bir yana Roma’nın bütün güzelliğini gözler önüne seriyor. Gideceğimiz yer Trastevere’de yani nehrin öbür yakasında. Havanın güzel olması ile yürüyerek gitmeyi tercih ediyoruz. Güzergahımızı Isola Tiberina adasından geçirerek gerçekleştireceğiz.

Kapıdan çıkar çıkmaz hemen karşıda bulunan kiliseye insanların girdiğini görüyoruz. Görkemli bir yapı ve içeri bir kafa uzatmanın kimseye sakıncası olmaz diye düşünüp 5 dakkalığına giriyoruz içeriye.

Sent’Ivo alla Sapienza imiş kilisenin adı. Geniş bir bahçe/avludan sonra kiliseye giriliyor. Borromini tasarlamış kiliseyi. Bizim gibi meraklı turistlerin yanı sıra içerde yapılacak ayin için gelenlerle birlikte avluda oturmuş resim çizen insanlara da rastlıyoruz. Bu resim çizme meselesine de biraz değinelim. Etraf o kadar çok tarihi ve aynı zamanda mimari ve de sanatsal eserle dolu ki yer yer bu eserlerin etrafında öbeklenmiş veya uzağına oturmuş önlerindeki kağıtlara gördüklerini en ince ayrıntısına kadar çizen genç yaşlı insanlarla karşılaşıyorsunuz. Bunların kimi öğrenci olurken kimi de burada rastladığımız gibi sanki Pazar günü bütün hafta bankadaki sıkıcı işinden bulduğu ilk boşluğu bu hobisiyle doldurmaya çalışan insanlar da olabiliyor. (Sanki dedim, bunu kaçırmayın. Tamamen akıl yürütme. Belki de iş icabı çizim yapan biridir. Bende uyandırdığı intibaa tamamen buydu J)


Ivo alla Sapienza

Kiliseden çıkıp kendimizi Tiber nehrinin kıyısına atıyoruz. Nehir kenarında bir apartmana asılı bir pankart ve de aşağıda çadır kurmuş protestocular dikkatimizi çekiyor. Sanırız evsizler için yapılan bir protesto eylemi. Biraz daha ilerleyince bir sinagog görüyoruz. Burası Roma’nın yahudi yerleşim bölgesiymiş. Biraz daha ilerleyince karşımızda Isola Tiberina yani Tiber Adası. Nehrin ortasında ufak bir adacık ve iki yakaya adayı bağlayan iki tane köprü. Adada bir hastane mevcut ve M.Ö. 293 yılına kadar uzanan bir tarihi mevcut. Köprü, (Ponte Fabricio) bulunduğumuz yer ile adayı yaklaşık 2000 yıldır birbirine bağlıyormuş. Umarız şimdi çökmez J Diğer taraftaki köprü de Ponte Cestio.

Tiber'in kıyısı

Ponte Fabricio

Nehrin karşı kıyısına geçince kıyı boyu oldukca uzun bir yolu yürüyoruz. Evet yol uzun ama hava güzel ve etrafta bakacak çok şey var. Esasında yol tam bisiklete binmelik. Düz ve uzun. Bunu fırsat bilen birkaç kişi biniyor ama insan daha fazlasını beklemiyor değil hani. Yaklaşık 20 dakikalık bir yürüyüşle pazarın girişinde buluyoruz kendimizi: Porta Portese.


Pazar yolunda mola

Porta Portese

Bir yolun iki tarafına kurulmuş tezgahlar, sıra sıra dizilmiş. Bizdekileri aynısı. Çizme, ayakkabı, ceket, çanta, tshirt, korsan kitap, korsan cd, kazak, gömlek, kürk... aklınıza gelecek herşey var ve de Gucci, Dolca Gabana.... her marka ve de 3-5-10 Euroya. İnanılmaz gibi geliyor ama benim de aklım almıyordu zaten bütün italyanlar o kadar markayı nasıl giyiyor deyi, meğer buradan giyiniyorlarmış J


Pazarda en ilgimi çeken tezgahlardan biri de korsan kitap tezgahları oldu haliyle. Ve burada basılmış bulunan büyük boy Tex ciltleri. Tanesi 3 eurodan satılan ve renkli basılan bu ciltleri inanılmazdı. Korsanı basılıyorsa satışları iyi olsa gerek.



Tex'in korsanı

Pazar gittikçe gidiyor. Tam seyrekleşiyor birazdan bitiyor diyorsunuz ilerde yeniden yoğunlaşıyor. Artık yorgunluk ve açlık iyice kendini hissettirince bir yerde oturma ihtiyacı kendini gösterdi. Bizimkiler oturunca ben biraz daha ilerlemeye karar veriyorum. Ve gidebildiğim yere kadar gidiyorum ama bu pazarın sonu yokmuş gibi geliyor. Gerçi bit pazarı deniyordu ama tezgahlar genellikle hep aynı ürünlerle dolu. Tam geri dönmeye yeltenecekken antikaların olduğu bölümü görüyorum. Biraz dolanıp geri dönüyorum ama dönmesi de uzun sürüyor.

Dönüş esnasında Sinem ile Utku’ya rastlıyorum. Ve başlıyoruz bizimkilerin oturduğu yeri aramaya. Uzunca bir arayışın sonunda buluyoruz. Açık havada, şahane bir müzik eşliğinde oturuyorlar. Bu mekanı mutlaka yazmalıyım. İsmi Faenas Cafe. Bu da web sitesi www.faenascafe.com . Alternatif bir mekan görüntüsü var ve bu da son derece huzur verici. Cafenin iç kısmında kurulan tezgahlar sanki pazarın devamı görüntüsü veriyor ama tezgahlarda satılan ürünlerin pazarla alakası yok. Ve de burada satılan bir çöp şiş var ki, eskiden Bodrum’a giderken Selçuk’da durulunca yenen çöp şiş vardı. Şimdikiler gibi değil ama, bambaşkaydı. Sanırım o çöp şişler Roma’ya göçmüşler ve de burada çalışıyorlar artık. Bu ne güzel bir çöp şiş allaaam, yanında bira ile birlikte hele. Ve fiyatlarda acayip makul. Roma’ya giderseniz buraya mutlaka gidin.

Faenas Cafe'de mutlu insanlar ve çöp şiş, bira keyfi

O kadar mayışmışım ki saatin farkında değilim. Maçım 15.00’de başlayacak ve ben 14.00 gibi orada olmayı planlıyordum. Yani 13.00 gibi yola çıkmayı. Ama şu an saat neredeyse 13.30 ve ben daha yola çıkmadım. Hemen bizimkilerle sözleşip başlıyorum koşmaya. Pazarın çıkışında tramvay durağı var. Ama çok kalabalık. Ve Pazar o kadar ters tarafta ki. Hemen düşünmem gerek. Ve yürümeye karar veriyorum. Başka bir durağa. Oradan gelen ilk tramvaya binip nehrin öbür yakasına geçiyorum, Arjantin Meydanı. Oradan tekrardan biniyorum ve Vatikan kenarından Piazza Risorgimento. Burası 2B’nin kalktığı yer. Yanda da bir otobüs var. Numarası gözükmüyor. Tam soracakken tramvay hareket ediyor. Ani bir kararla atlıyorum tramvaya. Ve otobüsün yanından geçerken görüyorum numarasını, 2. Neyse otobüs boş ve kalkmıyor. Etrafta da maça giden görünümlü kimse yok. Bu 2B’nin güzergahını biliyorum en azından ve maça yetişmek için yeterli vaktim var. Tam tramvayın yön değiştirdiği yere gelmişken 2 numara yanımızdan geçiyor ve dümdüz stada doğru seyirediyor. İçi ağzına kadar dolu ve herkesde atkı, şapka, maça gidiyorlar. Üff, içimi bir sıkıntı kaplıyor. Neyse istifi bozmadan devam ediyorum yola. Kısa sürede 3 vasıta değiştirip yola devam ediyorum ya, resssmen Roma’lı gibi oldum diyorumJ

Tramvaydan son durakta iniyorum. İnen herkes bir yöne gidiyor, haliyle ben de. Karşıda Stadio Olimpico yani Olimpiyat Stadı. Maça ilişkin gördüklerimi ‘Futbolun Hacıları’ başlığında yazacağım için burada çok girmiyorum o konulara ve maç sonunda aynı yoldan geri dönerek yeniden kendimi 2B’ye atıyorum.

Bu sefer gideceğim yer Pantheon. Bizimkilerle orada buluşacağız. Tramvayın nehri geçme yerine geldiğinde iniveriyorum. Biraz ilerde Piazza Del Popolo var. Ve ben o meydanı görmedim. Oradan aşağı yürüyerek gidebilirim buluşma yerine.

Popolo Meydanı

Meydana geldiğimde hava yavaş yavaş kararmakta idi. Ne acı, ertesi gün aynı saatlerde evde olacağız. Hüzünlü bir şekilde meydane giriyorum ama meydanda bir curcuna. Sabahtan beri etrafta gördüğüm çeşitli kostümler giymiş çocuklar vardı. Şimdi bu meydanda (sonra öğrendiğime göre Navona’da da) bir sürü kostümlü çocuk yanlarında ebeveynleri, ortada dans eden kostümlü tiyatrocuları izliyorlar. Meydan çok güzel ve bu kostümlü şenlikle bambaşka bir havaya bürünmüş. Sanırım 23 nisan benzeri çocuk günü bugün ve etrafta koşturan çocuklar çok mutlu. İnsanın içini ısıtan bir görüntü. Meydanın ortasında her yerde olduğu gibi bir dikilitaş var. Yaklaşık 3000 yıllık olan bu dikilitaşın hemen arkasında ikiz Santa Maria kiliseleri ve Meydanın girişinde iç tarafı Bernini’ye dekore ettirilmiş bulunan büyük kapılar olan Porta del Popolo bulunuyor.


Popolo meydanı, dikilitaş ve ikiz Santa Maria kiliseleri

Arkada Porta del Popolo

Bu hoş meydanı arkamda bırakıp kararan havada elimdeki haritaya bakarak Pantheon’a doğru ilerliyorum. Tam buluşma saatinde oradayım ve bu sefer Pantheon’un önündeki meydanda yerdeki teybinden çalan parçalara güzel sesiyle eşlik eden bir tenor var. Bizim kahve dükkanının orada da son derece güzel çalan bir caz grubu mevcut. Akşam üzerleri belli bir saate kadar bu meydan çok hareketli ve güzel. Kimbilir yaz ve bahar aylarında nasıldır. Görmek lazım.


Pantheon meydanındaki caz grubu

Neyse beklenen buluşmayı gerçekleştiriyoruz. İstikamet son akşam yemeği J

Kendimize, sancılı bir arama sürecinden sonra bir yer buluyoruz. Siparişlerimizi beklerken gittikleri yerlerin hikayesini dinliyorum. Popolo’nun yakınlarında bulunan Pincio Bahçeleri ile Colloseum’un arka tarafında bulunan müzik aletleri müzesine gitmişler. Bunların hikayelerine de onlardan bekliyeceğiz artık.

Yemeğimizi yedikten sonra evimize, bavullarımızı toplamaya gidiyoruz. Heyhat, gidecekmiyiz, gidemiyecek miyiz derken dönüş hazırlıklarına bile başladık ya.

4 güne rağmen görmediğimiz hala birçok yer mevcuttu Roma’da kalan kısımlar da artık bizi bağışlasın.

Bakalım bir daha görebilecek miyiz seni Roma!

Ve Dönüş (08 Şubat 2010)

Geceden hazırladığımız bavullarımız ve kalan son kahvaltılıklarımız ile başbaşayız. Saat 11 gibi shuttleimiz gelecek ve bizi havaalanına götürecek. Son bir kez aşağıya inip etrafa bakınıyorum. Kapının önünde bekleyen minibüs ile gözgöze gelince bizi beklediğini anlıyorum.

Zaten hazır olan bavulları aşağıya indirip biniyoruz minibüse. Artık dönüş yolundayız ve güzel bir geziyi sonlandırıyoruz. Yol boyu şoför ile laflıyoruz. Kendisi Roma taraftarı ve konu haliyle futbol. Fenerbahçe, zico, lazio filan derken kendimizi havaalanında buluyoruz.

Check in filan derken uçağın kalkış saatini beklemeye başlıyoruz. Kalkış için olmamız gereken kapıda ve otobüsteyiz. Otobüs dolu ve hava sıcak. Uçağın yayına geldik ama kapılar açılmıyor. Herkes bekliyor. Bir karışıklık varmış ve hekesten bavullarının hangisi olduğunu bulmalırın istiyorlar. Sinir bozucu bir bekleyiş ve suçlu muamelesi ile geçen 1 saatlik bir rötarımız var. Ama uçağımız herşeye rağmen tam saatinde Sabiha Gökçende oluyor ya, şaşırıyoruz. O sıcak havadan burada karanlık bir akşam üstüne inmek çok zor oluyor.

Bakalım sırada neresi var?

7 Mart 2010 Pazar

Roma Günleri 3



Üçüncü Gün (06 Şubat 2010)

Kaptanın seyir defteri: Yıldız tarihi 2010. Roma’daki 3.günümüz. Bugün hedef Vatikan. Vatikan’ı bir gün sonraya bırakmak imkansız çünkü o gün Pazar ve halka açık ayin var. Yani çok kalabalık olabilir. Turistik seyahatin en önemli noktası asla çok kalabalığa kalmamak. Neyse, zaten zaman su gibi akıp gidiyor. Acele etsek iyi olacak.

Benim başka bir derdim daha var. Ertesi gün oynanacak Lazio-Catania maçına bilet alabilmek. Bunun için ufak bir araştırma yapmıştım zaten. Bilet, Lazio’nun mağazasından alınabiliyor. Yani öncelikle mağazayı bulmak gerek. Mağazayı bulmak için Laziosporun dergisini almak yeterli oluyor. Çünkü orada mağazanın reklamı ve dolayısıyla adresi var. Ve de Roma’da hepi topu 1 tane mağaza var ve o da Vatikan’ın arka tarafında. Şans benden yana. Tamamen ters tarafta da olabilirdi. Gerçi farketmiyor, nasıl olsa şehir ufak. Ama dedim ya zaman kısıtlı. Evdekilerle sözleşip çıkıyorum evden. Saat 11’de Piazza St. Pietro’da buluşacağız. Yani meşhur Vatikan meydanı olan St. Pietro Meydanı’nda. O yüzden acele edip biran önce bulmalıyım dükkanı.

Kahvaltı yapmadan çıkıyorum evden. Evin arkasındaki köprüden karşı yakaya geçiyorum. Gideceğim yeri haritada işaretledim. Öncelikli hedef Degli Scipioni Caddesi. Yürüyerek gideceğim. Bizimkiler Vatikan'a otobüsle gidecekler. Bence gereksiz. Yürüyerek 5 dakikalık bir mesafede zaten. Benim gideceğim yer de taş çatlasın 15-20 dakika sürer. Birbuçuk saat vaktim var.

Şehrin nehir ötesi alanlarını gezmek için iyi bir fırsat. Bu bölge daha çok ikamet alanlarıyla dolu. Uzun ve birbirini kesen düz caddeler apartman dolu ama evler rahatsızlık verici çirkinlikte değil. Sadece diğer yakada görmeye alıştığımız mimari ve tarihi doku bu tarafta o kadar yok. Arada kalan ufak kiliseler hemen dikkat çekiyor. Ama alsanız diğer yakaya yerleştirseniz kesinlikle bakmayacağınız kiliseler. Koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derlermiş misali.

Ufaktan başlayan yağmur etrafa bakınmamı engelliyor, zira ıslanmak istemediğimden adımlarımı hızlandırıyorum. Bütün günü gezmeye ayırdığımız için ıslanmak felaket olur. Umduğum sürede aradığım caddeye varıyorum. Ve kısa sürede Lazio’nun dükkanını buluyorum. Ufak ve anacaddeye komşu bir caddede bulunan pek de dikkat çekmeyen bir dükkan. İçerde bir tane görevli var ve ingilizce bilmiyor. Ama biletin orada satılmadığını anlıyorum hareketlerinden. Başka bir adres yazıp veriyor elime. Haritada yerini göstermesini istiyorum. Biraz aradıktan sonra buluyor. Roma haritasının neredese dışında bir yer. Olimpiyat stadı da orada gerçi. Haritaya göre Roma’nın bittiği yerde ikisi de. Zamanım çok az. 40-45 dakika kadar zamanım kaldı. Karar veremiyorum. Gitsem mi gitmesem mi. Klasik mesafe kestirmesine göre vasıta ile 15-20 dakikada gidebilir gibiyim. Ama otobüs, tramvay neye bineceğim, şaşkınım biraz. En iyisi oturup bir kahvaltı yapayım diyorum. Cadde üzerinde bir pizzacıda oturup günün ilk pizzasını çay ile mideye indiriyorum. Elimdeki haritaya bakarak gideceğim yeri iyice belleğime yazıyorum. Gerçi daha önce de sormuştum ama yine de sorayım diyorum ve 2 numaralı otobüsün doğru stada gittiğini teyid ediyorum. Kararsızlığımla durağa gidip biraz bekliyorum. 2 numara gelmiyor ama 2B diye bir tramvay geliyor. Tereddüt edip binmiyorum ve sonunda vazgeçiyorum. Günün geri kalan zamanlarından birinde bu işi halledeceğim.


Roma'daki tek Lazio Fan Shop

Vatikan

Şimdi randevuya geç kalmayalım. Üzerinde bulunduğum cadde beni doğru Vatikan’a götürüyor. Zaten öbek öbek turist kafileleri o tarafa doğru akıyor. Ben de aralarına karışıp bırakıyorum kendimi insan nehrine. Hepsi yan kapıdan giriyor Vatikan’a. Ben önden, o klasik meydandan girmek istiyorum. O yüzden kafileden ayrılıp biraz dolanarak Vatkikan’ın önünden bir yerden çıkıyorum. Via Della Conciliazione’deyim. Karşıda Vatikan. Uzun cadde sizi doğru meydana götürüyor. Bizimkiler çoktan varmış meydana. Yol boyu sizi içerde gezdirmek isteyen genç rehberler var. Boyunlarında kimlikler asılı. İçeri girmek için çok uzun bir kuyruk var. Gözümüz pek kesmiyor o kuyruğa girmeyi. Rehberli tur sıra beklemeden ama adam başı 40 Euro. Sinem ile Utku girmekten yanalar. Diğerlerimiz ise kararsız. En sonunda girmemeyi kararlaştırıyoruz, yani biz kararsızlar. Telefonlaşmak üzere ayrılıyoruz. Kalanlar olarak meydanda tur atıp resim çekiyoruz. Aklıma tam da buralarda bir yerde yıllar önce Ağca’nın yaptıkları geliyor. İçimi bir sıkıntı kaplıyor.


Via Della Conciliazione'den Vatikan

Via Della Conciliazione üzerinden Vatikan’ı terkediyoruz. Yeni planı yapmak üzere hemen cadde üzerindeki bir cafeye oturup kahvelerimizi yudumlarken haritamıza bakınıyoruz. Yeni plan şu: Özlem, Deniz ve Neslihan hemen Vatikan’ın yanındaki Castel St. Angelo’ya gidecekler. Ben de maç bileti almaya Via G. Calderini’ye. 2 saat sonrası için randevulaşıyoruz. İşlerimiz bitince Capitolino müzelerini gezeceğiz.

Vaktimin dar olması sebebiyle acele etmeliyim. Çünkü gideceğim yere otobüsle gideceğim ve otobüsün ne sıklıkta geleceğini bilmiyorum. Ve de döneceğini J.

Biraz uzun bir yürüyüş ile Vatikan’dan çıkan ve doğru stadyuma giden cadde üzerinde bir durağa gidiyorum. Viale Angelico bu cadde, hatta bulvarın adı. Anladığım kadarıyla 2 numaralı otobüs bu caddeden doğru gideceğim bölgeye yol alıyor. Yürüyebilirim de ama yağan yağmur gözümü korkutuyor. Duraktaki tabelalara bakıyorum, 2 numara diye birşey yok. 2B var. Ve hatta o da geldi. Gelen de tramvay. Ani bir karar ve refleksle biniyorum. Ne de olsa aynı yöne gidiyor. Ne kadar yakınlaşsam kardır. Bir gözüm dışarda, diğeri haritada karşılaştırmalı bir yolculuk yapıyoruz derken tramvay aniden sağdaki bir caddeye sapıyor. Kararsızım. İnmemeyi ve beklemeyi seçiyorum, belki yönünü tekrardan gideceğim tarafa verir. Ama nafile, tekrardan nehrin öbür yakasına geçiyoruz. Düşünüyorum, en kötü karşı tarafa geçer ve aynı tramvayın geri gidenine biner ve baştan başlarım diye. Ve içim rahatlıyor, çünkü yönümüz tekrardan gideceğim taraf ve de bu sefer tam da gideceğim yere doğru üstelik. Aradığım yer nehrin şu an bulunduğum tarafında. Şanslıyım. Yine etrafı ve haritayı keserek ilerliyoruz. Yol üstünde Ankara Meydanı görüyorum bir tane. Şaşırıyorum, ilginç. Ve hedefe çok yaklaşmışken iniyorum. Gerisini yürüyerek bulacağım. Şehrin bu tarafları daha çok bizdeki Ataköy’ü anımsatıyor. Evler, sokaklar gayet düzenli ama bomboş. Etrafta tek tük insan var.

Ve aradığım yeri elimle koymuş gibi buluyorum. Biraz tedirgin giriyorum içeriye. Tedirginligim gideceğin maçın Lazio maçı olmasından. Bunun ile ilgili detayları ayrı bir yazıda yazacağım. O yüzden uzatmıyorum. Adamın önermediği yerden CurvaNord’dan 15 Euroya alıyorum bileti ve aynı yolla geriye dönüyorum.

Yoldayken gelen bir mesaj ile bizimkilerin halen kalede olduklarını anlıyorum. Az bir süre sonra Kale’nin önündeyim. Hava oldukça soğuk ve içeri girip girmeme konusunda yine kararsızım. Bugün kararsızlık günü sanırım. Girmemeye karar veriyorum. Sonuçta onlar 2 saate yakındır içerdeler. Ve ben girince de çıkacağız. Anlatırlar, dinlerim. Mesajlaşıyoruz ve başlıyorum beklemeye. Bu arada karnım da iyice acıktı. Etrafta pizza mizza birşeyler aranırken, giriyorum bir markete alıyorum ekmeği, peyniri, içeceği geçiyorum St. Angelo köprüsünün başına. Elimdeki market torbasından çıkarttığım ekmeği peyniri yerken bekliyorum bizimkileri. Görüntüm yağmur altında bekleyen bir berduş gibi. Olsun son kertede turistiz J


Melekler Köprüsü

Ve Melekler Kalesinden görünüş


Kaleden görünüşe görünüş

Bu kaleyi ve Vatikanı ben görmedim. Artık onları da Özlem, Sinem, Nesli, Deniz veya Utku’dan dinlemek gerek.

Bizimkiler gelince otobüse atlayıp soluğu Venedik Meydanı'nda alıyoruz. Gideceğimiz müzeler bu meydanın arkasında hemen.

Capitolino

Capitolino Müzeleri dış cephesini ve önünde bulunan ufak meydanın yer döşemesini Michelangelo’nun tasarladığı heykel ve resim müzesi. Biz gittiğimiz gün içerde bir de Michelangelo sergisi vardı ama sergi daha çok el yazmaları ve eskizler üzerineydi. Pass kartımın son müze girişini de buraya harcayıp (Diğerleri o haklarını kalede kullandıkları için buraya para vererek girdiler. İndirimli olarak 8-10 euro gibi birşeydi.) biletimle giriyorum içeriye. İlk girişte müzenin ufak bahçesinde dev gibi bir kafa, ayak ve yukarıyı gösteren bir el ile karşılaşıyoruz. I. Constantinus’un parçalarıymış. Ve İ.S. 4. Yüzyılda yapılmış. Lost adasının heykel kalıntılarını anımsatıyor J


Capitolino'nun girişi

İlk kat mermer ve bronz heykellerle dolu. İçlerinden en bilinenlerini buluyoruz hemen. Hakkaten büyüleyici eserler. Bernini’nin Medusa heykeli çok hüzünlü ve bir o kadar da etkileyici duruyor. Dönemlerinin tüm Roma imparatorlarının çeşitli büst ve heykellerinin yanı sıra özellikle 2 farklı mermerle yapılmış heykeller de çok ilginç. Beyaz mermer ile yapılmış kafa ve omuzları örten kırmızı mermerden yapılmış pelerinler insanı şaşırtıyor.


Bernini'den Medusa

Müzede ilk karşılaştığımız eser ise görevlilerin bize sergiledikleri italyanca bir tuluat oldu. Allah için bir tane turistin dilinden anlayan kimse yok mu yahu. Sesini yükseltince anlaşılacağını zanneden görevli ile karşılıklı türkçe ve italyanca yaptığımız düet ve yükselen ses ile çözülen uluslararası ilişkiler yumağı görülmeye değerdi doğrusu J.

Devasa duvar resimleri ile çeşitli süslemeler arasında kaybolmuşken üst katta bulunan Michelangelo sergisine sızıyoruz. Sergi Michelangelo’nun el yazmaları ve eskizlerinden oluşuyor. Döneminde basılmış kitaplar ve çalışmalarını oluşturan karalamalar etkileyici. Ve de eserlerinin sonradan çizimleri de insanı çıldırtıcı titizlikle yapılmış. Tüm detayların mimari bir disiplinle ve ince ince ele alındığı bu çizimlerin her birinin yüzlerce yıl önce yapıldığını öğrenmek de oldukca etkileyiciydi.

Sinem ile Utku’yu beklemek için kafeteryaya geçiyoruz. O kadar yorulmuşuz ki burada soluklanmak ayaklarımıza iyi geliyor. Sinem ile Utku gelince de turumuza kaldığımız yerden devam ediyoruz.


Ara katlardan resimlerin olduğu bölüme çıkıyoruz. Burada Caravaggio’nun eseri Vaftizci Yahya tablosu ve Guercino tarafından yapılmış Azize Petronilla’nın Gömülüşü isimli eserler var. Ama benim ilgimi çeken Bartolomeo Passerotti’nin The Presentation of Jesus in the Temple isimli tablosu. Resim İsa’nın tanıtılması üzerine ama arkada bulunan haç kafa karıştırıcı ve de solda bulunan kombinezonlu şahıs ve de sağda bulunan ortadaki sunuştan çok bizle ilgilenen bıyıklı adam. Kesinlikle o adam ressamdır diye düşünüyorum. Ama soldaki? (Döndükten sonra ulu bilge Google efendiye sordum ressamı. Çok benzer geldi arkadaşın otoportresi J)


İsa'nın Takdim edilişi ve soldaki kombinezonlu ile

Sağdaki detayın yani ressamın otoportresi

Artık yorgunluktan bacaklarımız titriyor. Eve dönüş saati de geldi. Müzeden çıkınca yine ayrılıyoruz. Onlar otobüs ile ben ise bilmediğim sokaklardan eve varacağız. Ara ve dar sokaklardan daha önce girmediğim yerlere giriyorum.

116 Numara

Akşam planı olarak gece topyekün evden çıkmayı planlıyoruz. Hedefimiz Aşk Çeşmesini gece görmek. Çocukların isteği üzerine rotamıza Hard Rock Cafe’nin Roma şubesini de ekliyoruz. Ufak bir araştırma ile hani o heryerde karşımıza çıkan ufak ve şirin 116 numaralı otobüscük ile istediğimiz yere gidebileceğimize kanaat getiriyoruz. Hard Rock Cafe Aşk Çeşmesinin biraz üstünde Via Vittorio Veneto üzerinde. Ama öncelikli olarak ring hat olduğunu düşündüğümüz 116 numaraya binmeliyiz. Evimize yakın duraktan tereddütsüz bir biçimde hemen gelen otobüscüğe biniveriyoruz. Bizden başka 1-2 kişi daha var. Bildiğimiz yerlerden ve daracık sokaklardan rahatça geçiyor otobüs. Bir nevi ufak Roma turu yapıyoruz ve çok neşeliyiz. Ta ki otobüs nehri geçip haritaya göre Vatikan’ın hemen yanındaki bir yeraltı garajında girip, şoför motoru stop edip dışarı çıkana kadar. Meğer hat ring değilmiş ve biz son duraktaymışız. Tam bir hüsranken öndeki otobüsün kalktığını görüyoruz ve hooop doğru ona. Aynı yolları geçip ve çoğunlukla gezdiğimiz yerleri bir daha görerek (Pantheon’u görmeden olmaz tabiiJ) Hard Rock Cafe’nin olduğu yokuşa varıyoruz. Çok sağol 116, seni çok sevdik J

Bu bölge anlaşıldığı üzere Roma’nın Nişantaşı, Valikonağı ayarında bir yeri. Oteller filan oldukça sosyetik ve de Amerikan konsolosluğu. Bizdeki kadar sıkı bir koruma ve panik havası yok buradaki konsoloslukta. Demek burada kendilerini tehdit altında görmüyorlar J

Neyse en nihayet Cafe’deyiz. İçerisi dolu. Kapıda da kalabalık var. Masa boşalmasını bekliyor millet. İlk defa geliyorum bu Hard Rock cafe’ye. Ama bir daha gelirmiyim bilmem. İçersi çoğunluğu amerikalı yaşları 14-16 arası yeniyetmelerle dolu ve hepsi oturmuş hamburger yiyor. Ben de Rock filan diyince Kemancı ayarı bir yer bekliyordum (Tabii benim dediğim eski Kemancı, şimdikiler de belki bu haldedir.) Ve de içerde Rock ile alakalı ne var bilmiyorum. Official mağazadan official fiyatlarla alınan eşyalardan sonra yönümüzü veriyoruz Fontana di Trevi’ye.

Yokuştan aşağı ilk inişte Piazza Barberini ve Bernini’nin Triton Çeşmesi. Karşısındaki pizzacıdan acıkan ufak mideleri doldurup veriyoruz ayarı yeni çeşmeye.

Havanın soğuk olması ile çeşmenin etrafı çok kalabalık değil. Biz de çok kalmıyoruz zaten. Biraz bakınıp eve dönmeye karar veriyoruz. Dönüş yolunu yürüyerek alacağız. Ama ufak bir detay var, o da çeşmeden etkilenen Deniz’in sıkıştıran tuvalete gitme isteği. Aceleyle yolu bulmaya çalışırken yanlış girilen bir sokak sonucu kıblem ilk defa şaşıyor ve panikle aranmaya çalışırken kendimizi bir anda İspanyol Meydanı'nda ve dolayısıyla İspanyol Merdivenleri'nin dibinde buluyoruz. Buradan dönmeyi biliyorum ama buraya nasıl çıktığımız hakkında en ufak bir fikrim yok. Söylene söylene ve biraz aceleyle eve varıyoruz.


Gece Aşk Çeşmesi

Yarın buradaki son tam günümüz.


Günün videosu: Kaleden genel bir görünüş