14 Mart 2010 Pazar

Roma Günleri 4




Dördüncü Gün (07 Şubat 2010)

Bugün Roma’daki son tam günümüz. Ve bugünün benim için 2 hedefi var. İlki Porta Portese’de kurulan pazarı ziyaret etmek ve diğeri de maça gitmek. Sonuçta bugün Pazar ve genel alışkanlıklardan kopmamak gerek J

Porta Portese bizim eski Salı Pazarı benzeri büyük bir Pazar. Pazar günleri kuruluyor ve sabah 6.30 ila 14.00 arası açık. Yani erken gitmek gerek. Bu sebeple erkenden kalkıp kahvaltımızı halledip yola dökülüyoruz. Özlem, Deniz, Nesli ile beraber saat 9.00 gibi sokaktayız. Sinem ile Utku sonra katılacaklar bize. Hava dehşet güzel. Güneş o kadar güzel ki insanın içini ışıtmak bir yana Roma’nın bütün güzelliğini gözler önüne seriyor. Gideceğimiz yer Trastevere’de yani nehrin öbür yakasında. Havanın güzel olması ile yürüyerek gitmeyi tercih ediyoruz. Güzergahımızı Isola Tiberina adasından geçirerek gerçekleştireceğiz.

Kapıdan çıkar çıkmaz hemen karşıda bulunan kiliseye insanların girdiğini görüyoruz. Görkemli bir yapı ve içeri bir kafa uzatmanın kimseye sakıncası olmaz diye düşünüp 5 dakkalığına giriyoruz içeriye.

Sent’Ivo alla Sapienza imiş kilisenin adı. Geniş bir bahçe/avludan sonra kiliseye giriliyor. Borromini tasarlamış kiliseyi. Bizim gibi meraklı turistlerin yanı sıra içerde yapılacak ayin için gelenlerle birlikte avluda oturmuş resim çizen insanlara da rastlıyoruz. Bu resim çizme meselesine de biraz değinelim. Etraf o kadar çok tarihi ve aynı zamanda mimari ve de sanatsal eserle dolu ki yer yer bu eserlerin etrafında öbeklenmiş veya uzağına oturmuş önlerindeki kağıtlara gördüklerini en ince ayrıntısına kadar çizen genç yaşlı insanlarla karşılaşıyorsunuz. Bunların kimi öğrenci olurken kimi de burada rastladığımız gibi sanki Pazar günü bütün hafta bankadaki sıkıcı işinden bulduğu ilk boşluğu bu hobisiyle doldurmaya çalışan insanlar da olabiliyor. (Sanki dedim, bunu kaçırmayın. Tamamen akıl yürütme. Belki de iş icabı çizim yapan biridir. Bende uyandırdığı intibaa tamamen buydu J)


Ivo alla Sapienza

Kiliseden çıkıp kendimizi Tiber nehrinin kıyısına atıyoruz. Nehir kenarında bir apartmana asılı bir pankart ve de aşağıda çadır kurmuş protestocular dikkatimizi çekiyor. Sanırız evsizler için yapılan bir protesto eylemi. Biraz daha ilerleyince bir sinagog görüyoruz. Burası Roma’nın yahudi yerleşim bölgesiymiş. Biraz daha ilerleyince karşımızda Isola Tiberina yani Tiber Adası. Nehrin ortasında ufak bir adacık ve iki yakaya adayı bağlayan iki tane köprü. Adada bir hastane mevcut ve M.Ö. 293 yılına kadar uzanan bir tarihi mevcut. Köprü, (Ponte Fabricio) bulunduğumuz yer ile adayı yaklaşık 2000 yıldır birbirine bağlıyormuş. Umarız şimdi çökmez J Diğer taraftaki köprü de Ponte Cestio.

Tiber'in kıyısı

Ponte Fabricio

Nehrin karşı kıyısına geçince kıyı boyu oldukca uzun bir yolu yürüyoruz. Evet yol uzun ama hava güzel ve etrafta bakacak çok şey var. Esasında yol tam bisiklete binmelik. Düz ve uzun. Bunu fırsat bilen birkaç kişi biniyor ama insan daha fazlasını beklemiyor değil hani. Yaklaşık 20 dakikalık bir yürüyüşle pazarın girişinde buluyoruz kendimizi: Porta Portese.


Pazar yolunda mola

Porta Portese

Bir yolun iki tarafına kurulmuş tezgahlar, sıra sıra dizilmiş. Bizdekileri aynısı. Çizme, ayakkabı, ceket, çanta, tshirt, korsan kitap, korsan cd, kazak, gömlek, kürk... aklınıza gelecek herşey var ve de Gucci, Dolca Gabana.... her marka ve de 3-5-10 Euroya. İnanılmaz gibi geliyor ama benim de aklım almıyordu zaten bütün italyanlar o kadar markayı nasıl giyiyor deyi, meğer buradan giyiniyorlarmış J


Pazarda en ilgimi çeken tezgahlardan biri de korsan kitap tezgahları oldu haliyle. Ve burada basılmış bulunan büyük boy Tex ciltleri. Tanesi 3 eurodan satılan ve renkli basılan bu ciltleri inanılmazdı. Korsanı basılıyorsa satışları iyi olsa gerek.



Tex'in korsanı

Pazar gittikçe gidiyor. Tam seyrekleşiyor birazdan bitiyor diyorsunuz ilerde yeniden yoğunlaşıyor. Artık yorgunluk ve açlık iyice kendini hissettirince bir yerde oturma ihtiyacı kendini gösterdi. Bizimkiler oturunca ben biraz daha ilerlemeye karar veriyorum. Ve gidebildiğim yere kadar gidiyorum ama bu pazarın sonu yokmuş gibi geliyor. Gerçi bit pazarı deniyordu ama tezgahlar genellikle hep aynı ürünlerle dolu. Tam geri dönmeye yeltenecekken antikaların olduğu bölümü görüyorum. Biraz dolanıp geri dönüyorum ama dönmesi de uzun sürüyor.

Dönüş esnasında Sinem ile Utku’ya rastlıyorum. Ve başlıyoruz bizimkilerin oturduğu yeri aramaya. Uzunca bir arayışın sonunda buluyoruz. Açık havada, şahane bir müzik eşliğinde oturuyorlar. Bu mekanı mutlaka yazmalıyım. İsmi Faenas Cafe. Bu da web sitesi www.faenascafe.com . Alternatif bir mekan görüntüsü var ve bu da son derece huzur verici. Cafenin iç kısmında kurulan tezgahlar sanki pazarın devamı görüntüsü veriyor ama tezgahlarda satılan ürünlerin pazarla alakası yok. Ve de burada satılan bir çöp şiş var ki, eskiden Bodrum’a giderken Selçuk’da durulunca yenen çöp şiş vardı. Şimdikiler gibi değil ama, bambaşkaydı. Sanırım o çöp şişler Roma’ya göçmüşler ve de burada çalışıyorlar artık. Bu ne güzel bir çöp şiş allaaam, yanında bira ile birlikte hele. Ve fiyatlarda acayip makul. Roma’ya giderseniz buraya mutlaka gidin.

Faenas Cafe'de mutlu insanlar ve çöp şiş, bira keyfi

O kadar mayışmışım ki saatin farkında değilim. Maçım 15.00’de başlayacak ve ben 14.00 gibi orada olmayı planlıyordum. Yani 13.00 gibi yola çıkmayı. Ama şu an saat neredeyse 13.30 ve ben daha yola çıkmadım. Hemen bizimkilerle sözleşip başlıyorum koşmaya. Pazarın çıkışında tramvay durağı var. Ama çok kalabalık. Ve Pazar o kadar ters tarafta ki. Hemen düşünmem gerek. Ve yürümeye karar veriyorum. Başka bir durağa. Oradan gelen ilk tramvaya binip nehrin öbür yakasına geçiyorum, Arjantin Meydanı. Oradan tekrardan biniyorum ve Vatikan kenarından Piazza Risorgimento. Burası 2B’nin kalktığı yer. Yanda da bir otobüs var. Numarası gözükmüyor. Tam soracakken tramvay hareket ediyor. Ani bir kararla atlıyorum tramvaya. Ve otobüsün yanından geçerken görüyorum numarasını, 2. Neyse otobüs boş ve kalkmıyor. Etrafta da maça giden görünümlü kimse yok. Bu 2B’nin güzergahını biliyorum en azından ve maça yetişmek için yeterli vaktim var. Tam tramvayın yön değiştirdiği yere gelmişken 2 numara yanımızdan geçiyor ve dümdüz stada doğru seyirediyor. İçi ağzına kadar dolu ve herkesde atkı, şapka, maça gidiyorlar. Üff, içimi bir sıkıntı kaplıyor. Neyse istifi bozmadan devam ediyorum yola. Kısa sürede 3 vasıta değiştirip yola devam ediyorum ya, resssmen Roma’lı gibi oldum diyorumJ

Tramvaydan son durakta iniyorum. İnen herkes bir yöne gidiyor, haliyle ben de. Karşıda Stadio Olimpico yani Olimpiyat Stadı. Maça ilişkin gördüklerimi ‘Futbolun Hacıları’ başlığında yazacağım için burada çok girmiyorum o konulara ve maç sonunda aynı yoldan geri dönerek yeniden kendimi 2B’ye atıyorum.

Bu sefer gideceğim yer Pantheon. Bizimkilerle orada buluşacağız. Tramvayın nehri geçme yerine geldiğinde iniveriyorum. Biraz ilerde Piazza Del Popolo var. Ve ben o meydanı görmedim. Oradan aşağı yürüyerek gidebilirim buluşma yerine.

Popolo Meydanı

Meydana geldiğimde hava yavaş yavaş kararmakta idi. Ne acı, ertesi gün aynı saatlerde evde olacağız. Hüzünlü bir şekilde meydane giriyorum ama meydanda bir curcuna. Sabahtan beri etrafta gördüğüm çeşitli kostümler giymiş çocuklar vardı. Şimdi bu meydanda (sonra öğrendiğime göre Navona’da da) bir sürü kostümlü çocuk yanlarında ebeveynleri, ortada dans eden kostümlü tiyatrocuları izliyorlar. Meydan çok güzel ve bu kostümlü şenlikle bambaşka bir havaya bürünmüş. Sanırım 23 nisan benzeri çocuk günü bugün ve etrafta koşturan çocuklar çok mutlu. İnsanın içini ısıtan bir görüntü. Meydanın ortasında her yerde olduğu gibi bir dikilitaş var. Yaklaşık 3000 yıllık olan bu dikilitaşın hemen arkasında ikiz Santa Maria kiliseleri ve Meydanın girişinde iç tarafı Bernini’ye dekore ettirilmiş bulunan büyük kapılar olan Porta del Popolo bulunuyor.


Popolo meydanı, dikilitaş ve ikiz Santa Maria kiliseleri

Arkada Porta del Popolo

Bu hoş meydanı arkamda bırakıp kararan havada elimdeki haritaya bakarak Pantheon’a doğru ilerliyorum. Tam buluşma saatinde oradayım ve bu sefer Pantheon’un önündeki meydanda yerdeki teybinden çalan parçalara güzel sesiyle eşlik eden bir tenor var. Bizim kahve dükkanının orada da son derece güzel çalan bir caz grubu mevcut. Akşam üzerleri belli bir saate kadar bu meydan çok hareketli ve güzel. Kimbilir yaz ve bahar aylarında nasıldır. Görmek lazım.


Pantheon meydanındaki caz grubu

Neyse beklenen buluşmayı gerçekleştiriyoruz. İstikamet son akşam yemeği J

Kendimize, sancılı bir arama sürecinden sonra bir yer buluyoruz. Siparişlerimizi beklerken gittikleri yerlerin hikayesini dinliyorum. Popolo’nun yakınlarında bulunan Pincio Bahçeleri ile Colloseum’un arka tarafında bulunan müzik aletleri müzesine gitmişler. Bunların hikayelerine de onlardan bekliyeceğiz artık.

Yemeğimizi yedikten sonra evimize, bavullarımızı toplamaya gidiyoruz. Heyhat, gidecekmiyiz, gidemiyecek miyiz derken dönüş hazırlıklarına bile başladık ya.

4 güne rağmen görmediğimiz hala birçok yer mevcuttu Roma’da kalan kısımlar da artık bizi bağışlasın.

Bakalım bir daha görebilecek miyiz seni Roma!

Ve Dönüş (08 Şubat 2010)

Geceden hazırladığımız bavullarımız ve kalan son kahvaltılıklarımız ile başbaşayız. Saat 11 gibi shuttleimiz gelecek ve bizi havaalanına götürecek. Son bir kez aşağıya inip etrafa bakınıyorum. Kapının önünde bekleyen minibüs ile gözgöze gelince bizi beklediğini anlıyorum.

Zaten hazır olan bavulları aşağıya indirip biniyoruz minibüse. Artık dönüş yolundayız ve güzel bir geziyi sonlandırıyoruz. Yol boyu şoför ile laflıyoruz. Kendisi Roma taraftarı ve konu haliyle futbol. Fenerbahçe, zico, lazio filan derken kendimizi havaalanında buluyoruz.

Check in filan derken uçağın kalkış saatini beklemeye başlıyoruz. Kalkış için olmamız gereken kapıda ve otobüsteyiz. Otobüs dolu ve hava sıcak. Uçağın yayına geldik ama kapılar açılmıyor. Herkes bekliyor. Bir karışıklık varmış ve hekesten bavullarının hangisi olduğunu bulmalırın istiyorlar. Sinir bozucu bir bekleyiş ve suçlu muamelesi ile geçen 1 saatlik bir rötarımız var. Ama uçağımız herşeye rağmen tam saatinde Sabiha Gökçende oluyor ya, şaşırıyoruz. O sıcak havadan burada karanlık bir akşam üstüne inmek çok zor oluyor.

Bakalım sırada neresi var?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder